25 Aralık 2009 Cuma

Beko - Hitachi

Sene 1984, henüz 5 yaşındayım. Balkonda dedem ve anneannemle oturmuş Sapanca Gölü’nü seyrediyoruz. Benim çocukluğum çok sakin geçmiş. Koltuğa oturt, 3 saat 5 saat git, işini gücünü gör ben hala bıraktığın pozisyonda oturuyorum. Yine öyle günlerden biri, hava sıcak, hafif bir rüzgar bunalmamızı engelliyor. Zaten bunalanlar bunalmış yeni yeni rahatlamaya başlamışlar o dönem. 80 sonrası hayat ancak normale dönüyor, sokakta endişesizce yürüyebilmenin yeniden gerçekleşmeye başladığı bir dönem.
Dedem “Annenler geliyor” diyor fırlıyorum balkonun kenarına bir arabayla geliyorlar ama hatırlamıyorum arabanın ne olduğunu, belki de dedemin Murat 124’üdüdür. Bakıyorum ki onlar hemen kapıya gidiyorum, bugün bir şey olacakmış gibi değişik bir his var içimde. Kapı açılıyor kocaman bir kutu el birliği ile sokak kapısından geçirilip dedemlerin katına, o an kapısında beklediğim kata, getiriliyor. Kutunun üstünde bir yazılar var okumaya çalışıyorum, bu arada okumayı birkaç ay önce öğretmiş babam ağır aksak da olsa okuyorum; Beeee-koooo Hiiii-taaaaa-çiiiiii! Beko Hitachi marka renkli Televizyon bu, kutunun arkasında resmi de var! Nasıl bir sevinç bu, yeni bir televizyon! Dedemlerin siyah beyaz bir televizyonu vardı ama ömrü dolmuştu artık. Gerçi bu yeni ve renkli televizyon ilk renkli televizyon değildi evdeki. Bizim evde 2.katta da bir renkli televizyon vardı ama ben pek seyredemezdim onu. Annem-babam çalıştığı için gündüzleri Anneannem ve dedemle kalırdım, dolayısıyla televizyon üst katta ben ağıda olunca açılmazdı bütün gün. Akşam eken yatardım her çocuk gibi, TRT’nin haber öncesi çocuk programlarını izlerdim en fazla, hafta sonuysa bir de eğlencelere biraz bakardım ama kader yataktı saatler ilerleyince. Beko Hitachi dedemlere alınmış olsa da benim de televizyonumdu artık. Dedemler izin verdikçe izleyebilirdim, üstelik kutusu da çok güzel ve kocamandı televizyonun, kaç kere içine girdim kim bilir.
Beko Hitachi’de dedemle birlikte en çok haber ve spor seyrettik. Hatta ilk seyrettiğim yayın da spor haberleriydi. İlk 90 dakika Galatasaray maçını Beko Hitachi’de izledim dedemle. Dedem futbolu çok severdi, zamanında atletizmle uğraşmış, yıldızlarda uzun mesafe koşularında Marmara’da dereceye girmiş, sonrasında ailevi ve maddi meseleler yüzünden okulu bırakmak zorunda kalınca spor da yapamamış. “Hayatı koşar gibi yaşadım, çok severdim ben koşmayı” derdi rahmetli, bir taraftan da Maltepesi’ni tüttürür efkârlanırdı uzaklara bakarken. Üvey anne elinde büyümüş, ömür boyu sıkıntı çekmiş dedem. Ama bugün damadı ona renkli televizyon getirdi, bu dünyadan temelli ayrıldığı 16 sene sonrasına kadar hiç olmayan oğlu gibiydi dedemin babam. Babam da üvey anne elinde büyümüş, gerçi o daha iyisine rastlamış dedeme göre ama birbirlerini anlarlardı.
16 sene sonra, dedemle nice maçlar seyrettiğimiz Beko Hitachi’nin olduğu odaya bu sefer dedem geldi, ben getirdim, kucağımdaydı. Yere bıraktım serili battaniyenin üzerine. Geceyi son kez beraber geçirdik. Daha 18 gün önce Beko Hitachi’de kaldırmıştı Bülent’le Hakan kupayı, daha 18 gün önce ben koşup sarılmıştım dedeme ve mutluluktan ağlamıştık birlikte. 18 gün sonra, birlikte son kez Beko Hitachi’nin önüne geçeceğimizi bilsem maçı izler miydim acaba, yoksa tıpkı 5 yaşında yaptığım gibi o kocaman kutunun içine girip yine saklanır mıydım, ya da dedemi mi saklardım içine o kaçınılmaz sondan, bilmiyorum…
Sabaha kadar başında oturdum, Beko Hitachi’ye baktım, ona baktım, elini tuttum, o güzel yüzünü okşadım tıpkı onun benimkini okşadığı gibi. Ertesi akşam onu ebedi mekânına yerleştirdikten sonra eve geldim, televizyonu açtım, spor haberlerini dinledim.
9 sene sonra bugün yalnız bir adam olarak onun evinde oturuyorum. Her Galatasaray maçı sanki onunla tekrar buluşmam gibi, vazgeçemiyorum, kimseye anlatamıyorum…